Cumhuriyet kuruldu kurulalı dışişlerinde dış Türkler politikası, Türkiye'nin güvenliğine ve pozisyonuna göre ayarlanmıştır.

  Türkiye için risk teşkil eden dış Türkler sorunu Kıbrıs dışında hiç bir zaman  birinci mesele olarak ele alınmamıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren
 öncelik daima Türkiye'nin selametine ve menfaatine verilmiştir. İmparatorluk bakiyesi Türkler ya kaderlerine terk edilmiş ya da sorunları ileri bir tarihe ötelenmek zorunda bırakılmıştır.  Türk dışişleri son yıllar hariç tutulursa Batı'nın çizdiği rotanın ötesine geçememiştir. 

  Türk devletinin güvenliği dışarıda değil, içeride ve sınırlarında aramıştır. Eğer Türkiye'nin varlığına ve geleceğine zarar verecek bir davranış ve eylem söz konusu ise "dış Türkler"le ilgili  sorunlar dışişleri mahfillerinde gündemden çıkarılmak üzere masanın çekmecesine atılmıştır. Bu politika yıllarca "monşerler" vasıtasıyla maharetle uygulamış, Amerika ve Batı'nın arzuladıkları doğrultuda yürütme hesapları yapılmıştır.

  Bu böyle olunca başka ülkelerin boyunduruğunda kötü şartlarda yaşayan dış Türklere yeterli ölçüde destek verilememiştir. Çünkü zihin ve fikir dünyamız Türkiye'nin gidişatına ve şartlarına göre ayarlanmıştır. Dış Türkler meselesi hiç bir zaman önceliğimiz arasına girmemiştir. Bu anlayış Doğu Türkistan'da da, Balkanlarda da, Türkmeneli ve Güney Azerbaycan'da da böyle olmuştur. 

   17. yüzyılda Kardeniz ile Akdeniz'i çevreleyen  alanlar Türklerin vatanı veya etki alanı olarak biliniyordu.Tıpkı Kırım gibi... Son üç yüz yılda bu iç denizlerimizin etrafını kaplayan toprak parçalarını kaybetmekle bu iki denizin kontrolünü de kaybettik. Kısaca toprağını ve bölgesini kaybettiğimiz soydaşlarımızın kendilerini de kaybetmek zorunda kaldık. Misal gösterecek olursak, üçyüz seneyi aşkın bir süre Türk vatanı bilinen Kırım'dan artık bugün söz edemez hale geldik.

 Örneğin, aynı şey Çin'in Doğu Türkistan'da uyguladığı mezalimle bir asra  kalmaz orada yaşayan soydaşlarımızı da kaybetmekle karşı karşıya kalabiliriz. Çin'le ilişkilerimiz zarar görmesin diye asimilasyon şiddetine ve polisye zulmetine karşı en ufak bir tepki göstermemişizdir.

 Bu bölgede yürüttüğümüz atıl ve pasif bir politikanın aynısını diğer Türk coğrafyalarında da uygulamışızdır. Keza Bulgaristan Türkleri, Irak Türkmenleri için de benzer tutumu sergilemeyi marifet saymışızdır. Şayet Bulgaristan'da Türk göçü olmasaydı şu anda bu ülkenin nüfus çoğunluğunu ele geçirmiş olacaktık. Aynı şey Irak için de geçerlidir. Irak'ın en zayıf ve kırılgan döneminde hayatta kalma mücadelesi veren Türkmenlere yeterli destek verilmemiş ve orada Türk dış politikası Arap ve diğer ırkların lehine çalışmış ve bu ülkenin üçüncü büyük nüfusuna sahip Türkmenler asli unsur olmaktan çıkarılmıştır. Nitekim burada Türkçeye verilen yerel ve lokal  dil hakkıyla bu açıkça belli olmuştur. Artık Erbil,  Musul ve Kerkük bu icraatla tarihi Türkmen kentleri olmaktan çıkarılmıştır.

  Özellikle anlamakta zorlandığımız, Türk nüfusunun yoğun olduğu ülkelerin toprak bütünlüğünü, o ülkelerden daha çok savunur duruma düşmemizdir. Bu yaklaşım tarzı biraz da öz ülkemizin heterojen yapısına duyulan kaygıdan ileri gelmiş olabilir ama bu sağlıklı bir politik yaklaşım değildir.

  Dış Türkler meselesinde devlet adamlarımız maalesef uzak görüşlülükte sınıfta kalmaktan kurtulamamıştır. Hep Türkiye'nin zarar göreceğini hesap ederek ürkek ve çekingen çıkışlarda bulunmuşlardır. Oysa doğru düzgün ilgilenilseydi ve radikal çözümler üzerinde durulabilseydi zarardan ziyade, uzun vadede faydasını görmüş olacaktık.

  Irak ile Suriye'nin toprak bütünlüğü, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne kurban verildi. İç güvenliği ve bütünlüğü sağlayacağız diye her iki ülkede yaşayan milyonlarca Türk'ü görmezlikten geldik ve alışılmış edilgen dış Türkler politikamızı devam ettirmeye çalıştık.

  Suriye'de açıklanan ilk kabineye bakıldığında  Türkmen haklarının nasıl da yerle yeksan edildiğini görmek mümkündür. Türk devlet erkanı burada milliliği unutmuş, Arap Sünniliğini tercih ettiğinin mesajını vermiştir. Bu  bakanlar kurulunda Türkmenlerin olmaması Türkiye için affedilmez tarihi bir hatadır. Hristiyanların, Alevilerin, Dürzilerin, Kürtlerin ve Arapların temsilcisi var ama Türkmenlerin yoktur. O Türkmenler ki, Suriyenin ayakta kalması için Araplardan ve Kürtlerden çok daha fazla mücadele etmişler ve çok daha fazla emek sarfetmişlerdir. Arapların ardından ikinci asli unsur olan Türkmenler, Irak'ta olduğu gibi Suriye de de görmezlikten gelinmiştir. 

  Türkiye'nin güvenliği yine yanlış yerde aranmış ve Araplar bir kez daha kazanan taraf olmuştur.

  FAHRETTİN MASUM BUDAK