İnsanoğlu elinin altındaki değeri bilmezmiş.

Eğer bilseydi, Allahu Teala Kuran'ı Kerim'de insan oğlu için "nankör" kelimesini kullanmazdı

Öyle sanıldığı gibi 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramı'na kolayca ulaşmadık.

Atalarımız gaz lambalarının altında, okul sıralarında toplanarak kararlar alıyordu.

Ülke bitip tükenmiş vaziyetteydi.

Osmanlı miadını doldurmuştu. 

Mondros ve Sevr'de ölüm fermanımız imzalanmıştı.

Türkler tarihten silinmek üzereydi. 

Anadolu'da, Türkistan'da, Azerbaycan'da ve İran'da kurduğumuz devletler birer birer tarih sahnesinden çekiliyordu. 

Düveli Muazzama artık Türksüz bir tarih istiyordu.

Öyle ki, 20. yüzyılda tarih Türklerden bahsetmeyecekti. 

Bu tarihe gelene kadar tarih Türklerden sorulmuştu.

Yani Türksüz tarih yazılmamıştı. Çünkü tarih Türkler ile başlamış ve Türklerle birlikte yürümüştü.

Bir coğrafyada bir Türk Devleti kurulacaktı ama nerede kurulacağı belli değildi. Nitekim tarihte kesintili bir Türk devleti olmamıştı. Yeryüzünde devletler kurulurken mutlaka bir alan açılır ve Türkler o alanda devletini kurar ve yoluna devam ederdi. Fakat bu böyle bilindiği halde emperyalistler bu anlayışın dışına çıkmak ve Türklere yer vermek istemediler!

Mustafa Kemal, Türk milletinin egemen ve bağımsız yaşama karakterini genlerinde yaşattığını biliyordu. 

Türksüz bir dünya olmayacaktı. Arayışlar bu minval üzere sürüp giderken ve birçok devlet adamı çareler peşinde koşarken, kurtuluş hareketleri yer yer devam ediyordu.

Atatürk Anadolu'da, Enver Paşa Türkistan'da ve Resulzade Azerbaycan'da lider olarak öne çıkmışlardı. 

Sadece bunlar değil, bazı bölgelerde kurtuluş reçeteleri hazırlanmak üzere toplantılar yapılıyordu.

Düşmanların Türksüz tarih planlarına, karşı planlarla cevap vermeye çalışan Türk'ün derin kadroları, yaşadıkları her yerde arayışlarını sürdürüyordu.

Her şey ayan beyan belli olmuştu.

Türkiye denilen Anadolu'da bağımsız ve egemen bir devlet kurulması mücadelesi verilecekti.

Dünya Türkleri buna göre hazırlıklarını başlatarak cephe hattına inmeye başladı.

Yardımlar Türk ve Müslüman dünyasından bir yağmur gibi yağıyordu.

Türkistan'dan, Azerbaycan'dan, Afganistan'dan, Pakistan'dan ve Türklerin yaşadığı her bölgeden altın, para ve lojistik destek mermi ve silah olup cepheye akıyordu.

Yeri geldi analarımızın, bacılarımızın ördüğü çorap ve kazaklardan yararlanıldı.

Yeri geldi cepheye silah taşımak için kağnı arabaları yollara salındı.

At sırtında, eşek sırtında dağlar taşlar aşılarak cepheye her türlü malzeme taşındı.

Türk milleti Atatürk'ün ve silah arkadaşlarının yanında tek vücut olup cephede askeriyle birlikte büyük bir destan yazdı.

Mermimiz bittiğinde süngümüzle, süngümüz bittiğinde belimizdeki kasaturamızla göğüs göğse çarpıştık.

Öldük, öldürdük ama bağımsızlığımızdan ve egemenliğimizden vazgeçmedik. 

Biz Türklere biçilen kefeni düşmanın başına geçirdik.

Tarihte aralıksız var olduğumuzu göstererek Türkiye Cumhuriyeti Devletini kurduk.

Yüce Türk Milleti, Bayramın kutlu olsun. Ebediyete doğru nice 101'inci yıllara...

FAHRETTİN MASUM BUDAK