Zaman zaman haberlerde, sosyal medyada Şiîlik ve Sünnîlik konusunda yazılan makaleleri ve konuşulan sorunları okurken bu konuda yeterli bilgilere sahip olmadığımıza kanaat getirdim.

Türkler İslamiyet ile temasa ve karşılıklı ilişkiye geçtiği tarihten beri bu inancın mezhepleri ile de yakından ilgilendiler.

Zaman içinde şartlara, imkanlara ve yaşadığı coğrafyalara göre, milletimizin bir kısmı Şiîliğe, bir kısmı da Sünnîliğe meyletmeye başladı.

Bugün Türklerin yaklaşık %40'ı Şiî ekolüne, % 60'ı da Sünnî ekolüne mensuptur. Bir defa baştan söyleyelim ki Sünnîlik de Şiîlik de siyasi kavramlardır. Bünyesinde sadece itikat değil, sosyolojik ve etnolojik unsurlar da taşır. İslam'ın doğuş sürecinde Arap adetleri ve kabilecilik anlayışları yön tayin etmede önemli rol oynamıştır.

Sünnî kelimesi Arapça'da Sünnetten gelmektedir. Sünnete uyanlar manasına gelen Sünnî sözcüğü terminolojik olarak Peygamber'imizin davranışlarına, sözlerine ve eylemlerine uymak demektir. Buna kısaca fiil ve kavillerine uymak da denir. Genel olarak bu görüşe uyanlar sahabeleri temel referans kabul ederler.

Şiîlik ise; taraftar, dost, arkadaş ve yandaş anlamlarını içerir. Her iki kelime de dilimize Arapça'dan geçmiştir. Burada Şiîlik, Yüce Peygamber'imize ve Hz. Ali'ye taraftar, dost, arkadaş olanlar için kullanılmıştır. Terimsel anlamda, Ehli Beyit ekolüne dayanmaktadır. Bunlar da Ehli Beyit diye adlandırdığımız Peygamber'imizi ve ev halkını kendilerine yol gösterici olarak kabul ederler.

Peygamber Efendimizden sonra çıkan ihtilaflarda baş gösteren ayrılık hadiseleri bu iki kavramın yavaş yavaş şekillenmesine sebep olmuştur.

İtikadi ve ameli anlamda mezheplerin doğuşu Peygamber'imizden iki yüz-üç yüz yıl sonra şekillenmiştir. Her iki ekolün öğreticileri de kendilerinin haklılığını ispatlamak için Kuran'a, Peygamber'imizin sözlerine, davranışlarına atıfta bulunarak haklılıklarını pekiştirmeye ve yaymaya çalışmışlardır. Bu iki ana kolun ileri sürdüğü görüşlerin tamamı yorum ve görüş olarak karşımıza çıkmıştır. Yorumla, izahla ve tarifle vücut bulan bir sistemin beşeriyet mahsulü olduğu aşikârdır.

Bu iki ana kol, ilk dönemlerde Ehli Beyit vel Cemaat ve Ehli Sünnet vel Cemaat olarak adlandırılmıştır. Ehli Beyit'e uyanlara Şiî, Ehli Sünnet'e uyanlara ise Sünnî denilmiştir. Söz konusu her iki akım da kendi içinde bir sürü mezheplere ayrılmıştır. Devrin devlet adamları her gelenin mezhep kurduğunu görünce fitnenin ve nifakların önüne geçmek için bunları birleştirmeye ve en aza indirmeye çalıştılarsa da çok da başarılı olamadılar. Günümüze gelince; Sünnîlik kendi içinde altı temel mezheple yaşamını sürdürüyor. Bunlar şunlardır: Hanefîlik, Şafiîlik, Hanbalîlik,Malikîlik, Vahabîlik ve Ahmedîliktir.

Şiilik de kendi içinde temel prensipte kollara ayrılmaktadır: Oniki İmamcılar(İsna Aşeriye- Caferilik), İsmailîlik, Alevilik, Nusayrilik, Dürzîlik ve Zeydîlik (bu mezhep konusu ihtilaflıdır, hangi tarafta olduğu net değildir).

Türkler tarihte ve günümüzde her iki mezhebe de meyletmişlerdir. Türkiye'de ve Türkistan'da Hanefilik yaygın ve belirgin bir güç olarak bilinir. Azerbaycan'da, Irak'da ve Güney Azerbaycan'da Şiilik yani İsna Aşeriye veya Caferilik tam bir üstün vaziyettedir. Türkiye'de Alevlîk de önemli bir sayı üstünlüğüne sahiptir. Türkiye’de aynı zamanda yaklaşık üç milyon Caferi'nin barındığını söyleyen kaynaklar da mevcuttur. Türklerde az miktarda da olsa Şafii mezhebine mensubiyet duyanların da olduğunu söyleyebiliriz.

Kısaca mezhepsiz de olsak mezhepli de olsak gideceğimiz yer bellidir. Önemli olan Allah, Resulullah ve Kuran dairesinde bulunmak ve milletimizi ayrıştırmadan mezheplerin olumlu yönlerini dikkate alarak birlik ve beraberliğin önünü açmaktır.

FAHRETTİN MASUM BUDAK