Hüseyin Gökçeli


Osmanlı'da Kimlik belirsizliği (1)

Kimliğin kelime anlamına baktığımız zaman; 1. Toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü. 2. Kişinin kim olduğunu tanıtan belge, kimlik belgesi, tanıtma kartı, hüviyet . 3. Herhangi bir nesneyi belirlemeye yarayan özelliklerin bütünü. Olarak tanımlanmaktadır. Bu vesileyle ortak bir anlam yaratmaya çalışırsak, kişinin aslında kim olduğunu, hangi özelliklere sahip olduğunu ve özünün ne olduğunu gösteren asıl belge niteliği taşımaktadır.


Osmanlı Devleti’nde ise tam olarak bir kimlikten söz edilememektedir. Son döneminde ortaya çıkan Turancılık akımı da aslında bu sebeple ortaya çıkmıştır. Osmanlıya Türk kimliğini kazandırabilmek için, ortaya çıkarılan bu akım bilgi eksikliğinden ve de yeterli desteği göremediğinden dolayı başarılamamıştır. Dilerseniz olayın biraz da iç yüzüne bakalım; Osmanlı Devleti  1299 yılında Osman Bey önderliğinde kurulan bir Türk Devleti idi. Fakat sınırlar geliştikçe Osmanlı yeni ve farklı etnik kökenden halkları himayesi altına almıştır. Bu sebepten ötürü Osmanlı bir Türk Devleti olmakla birlikte resmi olarak Devletin bir kimliği olduğu söylenemez. Osmanlının imparatorluğu çok "uluslu", çok dinli, çok dilli bir yapı arz etmesine rağmen kendisini ulusal düzlemde sınırlamamış ve belirli unsurlara ayrıcalık vermemiştir. Bu nedenle heterojenlik içinde bir bütünlük temsil eder. Resmi dil Türkçe'dir ve Osmanlı tebaası unsurlar arasındaki fark Müslim ve Gayrimüslim oluşlarına göre şekillenmiştir. Osmanlının ortak bir kimlik, toplum, kültür bütünlüğü yaratma endişesi yoktur ve onun için coğrafi ve siyasal bütünlük esastır. (Osmanlı kimliği üzerine bazı düşünceler A. Koyuncu 203)


Norman ltzkowitz ‘e göre bir kişinin "Osmanlı" sayılabilmesi için üç şart öngörür. Bunlar
1. Devlete hizmet etmek
2. Dine hizmet etmek
3. Osmanlı adabını bilmek. 
Devlete hizmet etmek adlı  birinci görüş askeri hizmetle mümkün olmaktadır. Çünkü Osmanlı savaşan bir toplumdu ve düşmanları çoktu. Bu yüzden sürekli savaş halindedir. Ve savaşı sadece elindeki Türk askerlerle yapmamaktadır. Yabancı (Türk olmayan) farklı ırklara mensup ve Türklerle karışık heterojen bir askeri birlikleri vardı. Bu görüşten hareket edecek olursak Osmanlı her ne kadar Türk Devleti olarak görünse bile farklı ırklara mensup, kişiler tarafından da devletin güvenliği sağlanmıştır. 
Dine hizmet etmek adlı ikinci görüşünde belirtilen unsur, Müslüman olmakla ilgiliydi. Çünkü Osmanlı islamın uzun süre bayraktarlığını üstlenmiştir. Bunu varsayacak olursak. Osmanlı Devletinin, tamamen Müslümanların olması gerekirdi. Fakat Osmanlı da sadece Müslümanlar değil, gayrimüslim vatandaşlar da yaşıyor. Ve dinleri ne olursa olsun özgürce ibadetlerini yapabiliyordu. 

BEN TEBÂAMDAN MÜSLÜMANLARI CAMİDE, HRİSTİYANLARI KİLİSEDE, YAHUDİLERİ HAVRADA GÖRMEK İSTERİM. ARALARINDA BAŞKA Bİ FARK YOKTUR.

2. Mahmut’un bu konuyla ilgili meşhur sözünden hareket edecek olursak devletin sahip olduğu heterojen yapının dini unsurları yaşamada bir sakınca olmadığı anlaşılacaktır.

Yarın Sürecek