Nurcan Erarslan


Kapalı Perdeler

Mert çok zeki bir çocuktu. Ama kesinlikle çalışkan değildi. Çalışmasına gerek yoktu ki, bir kere duyunca unutmuyor, hemen öğreniyordu. Yaramazdı da tabii, 10 yaşında olan her çocuk gibi yaramaz.


Ukala cevapları onu biraz sivriltiyordu arkadaşlarının yanında. Belki de bu yüzden annesi geldiği veli toplantısında, “Oğlunuz yaramaz” cümlesinden başka bir şey duymamıştı. Yine de öğretmenin hakkını vermeliydi, bir cümlenin kaç farklı söylenişi olabilirdi ki, aynı cümleyi ikinci kez tekrar etmeden neredeyse 45 dakika geçirmişlerdi.

Annesi zaten anlayamazdı bariz olanın dile getirilmesinin ne gibi bir artısı olduğunu. Evet, oğlu yaramazdı, bunu o da biliyordu. Mesela bir tavsiye filan verse can kulağıyla dinleyecekti. En nihayetinde el elden üstündür. İlk çocuğu olmasa da uzman değildi sonuçta. Sessizce ama derin bir iç getirdi ve matematik dersini sordu. Matematik dersi Mert'e hep eğlenceli ve kolay gelmişti, tıpkı diğer dersleri gibi. Bir öğretmene ders durumu sorulunca illaki en zor dersten başlanırdı ya o da onu sordu. Aldığı cevap ders durumundan ziyade dersteki yaramazlıklarıydı. Yorulmuştu artık, yine de ne önerebileceğini sordu, cevap alamadı. Kalan 10 küsur dakikayı da Mert'in yaramazlıklarına dair şikâyetleri dinleyerek geçirdi. Sonunda toplantı bitti. Kızamadı öğretmene. Oğlunu biliyordu. Yaramazlığı anne sevgisine rağmen canından bezdiriyordu zaman zaman. 

Ertesi gün okula götürdüğü gibi almaya da gitti. Her annenin rutini. Profil korkusu ile çocukları alıp götürmek. Belki de doğrusu budur. Aklında bu kadar negatif düşünce varken daha bir paranoyak oluyor insan. Okulun önüne geldiğinde 3-A sınıfının perdelerinin kapalı olduğunu fark etti. Hava güneşliydi. Normaldi. Muhtemelen güneş ışıklarını engellemek istemişlerdi. Zaten sınıfta ne olabilirdi ki. 

 

Aradan aylar geçmişti. Yine oğlunu okuldan almaya gittiği bir gün perdelerin kapalı olduğunu fark etti. İyi de hava güneşli değildi ki. Bulutlu ama ne aydınlık ne karanlık, kararında bir hava vardı. Bu sefer içini kemirdi. Anne işte sormadan edemedi. Ama oğlundan aldığı cevap karşısında şok oldu: “Öğretmen bize vurduğu zaman hep perdeleri kapatıyor.”

 

Oğlunun asla yalan huyu yoktu. Zaten bu nedenle daha da yaramaz sayılırdı. Bildiği gördüğü ne varsa patavatsızlık derecesinde doğru söylerdi. Gitti ve oğlunun sınıf arkadaşlarına da sordu. Hepsi de onayladı. Ne yapacağını bilemedi. Yani onun ilkokula gittiği zamanlarda o da dayak yemişti öğretmenden. Ama devir başkaydı şimdi. Kimse kimseye eti senin kemiği benim demiyordu. Annenin babanın dahi vurmaya hakkı yoktu. Bir kere bile vurmadığı oğluna bir öğretmen nasıl vururdu? Öyle sinirliydi ki, oğlunu bir an evvel okuldan uzaklaştırmak istedi. Çözüm değildi tabii. Sonuçta yarın da gitmesi gerekecekti. Aklınca bütün yapabileceklerini düşündü. Şayet muhite yeni taşınmış olmasalar diğer annelerle de konuşurdu. Ama bir tanesini bile tanımıyordu. Tanıştıkları da pek arkadaş canlısı değillerdi. Ertesi gün okul girişinde beklesemiydi? Müdür ile mi konuşsaydı? Milli Eğitim’e şikayet mı etseydi? 

Akşamı zor etti. Kafasında bin soru işareti. Kocası geldi. Durumu anlattı. Tıpkı onun gibi kocası da sinirinden yerinde duramıyordu. Sabah ilk iş beraber okula gittiler. Öğretmene hesap sordular, müdüre şikâyet ettiler, ne dedilerse dinletemediler. Ne öğretmen için birşey yapılabiliyordu, ne de sınıf değiştiriliyordu. 

Yeni kanun ile ikametgâhının bulunduğu okula kayıt ediliyordu çocuklar. Başka bir devlet okulu aradılar ancak oraya her gün çocuğunu okula getir götür yapamazdılar. Kendisinin ne ehliyeti vardı ne de arabası. Otobüsle gitseler trafiğin hafif olduğu saatte bile, bir saatte, iki üç otobüs değiştirerek gidebilirlerdi. Ne paraları ne imkânları vardı. Özel okullar mali durumları dolayısıyla söz konusu bile olamazdı. Mecburen oğulları aynı okulda devam edecekti. 

Çocuklarını bol bol tembihlediler. Öğretmen vuracak olursa hemen söyleyecek, okulda uslu duracaktı. Bu süreçte diğer annelerle tanışıp durumu anlatacak belki birlik olunursa öğretmen için bir şeyler yapılacaktı. Hiç de öyle olmadı. Diğer anneler öğretmene hak veriyordu. Öğretmen çocuklara vurmadan nasıl baş edecekti? Hakkıydı onun. 

Elinden geleni yaptı diğer anneleri ikna etmek için. Kimisi çocuklarının sessizliğini uslu olmak olarak adlandırıyor, kimisi de et-kemik hesabı yapıyordu daha en baştan. 

Aylar geçti karneler alındı. Mert'in karnesi ilk kez düşük notlar gördü. En sevdiği matematik dersi bile, “Geliştirmeli” notu aldı. “Bu nasıl olur?” diye öğretmene sormaya gitti. Daha önceki husumet unutulmamıştı tabii. Öğretmen, “Ders dinlemiyor ne bekliyorsunuz, yaramazın teki zaten...” Diyerek geçiştirmişti.

Oğlunun artık dayak yemiyor olmasına sevinse de notların durumuna sevinemiyordu. Bu sene yine hadi neyseydi de, ya dersten soğursa çocuk? Ya gelecek sene de aynısı olursa? Üstelik seneyeki notları artık taban puanı olarak sisteme geçecekti.

Annenin dramı hiç bitmez.

Hayat bazen iki ucu pis değnekten ibaret.

Ya sırtına sırtına vurur, ya da pisliğini çalar renkli yarınlarına...