Barış ELÇİ


AT, AVRAT, SİLAH

Bu üçlü bizim kültürümüzün ayrılmaz üçlüsü olmuştur yıllar boyunca. Halen, bu yüzyılda, bunca eğitime rağmen, değişen hiç bir şey yok maalesef. Sadece nesneler değişti. Mesela atın yerini araba, silahın yerini para aldı. Yerini koruyan bir kavram avrat kaldı. O da bu çağdaki konumundan memnun değil.


Bu üç kavram bizi biz eden kavram. Toplumda adam yerine konmanın yolu da buradan geçmekte. Belki de yıllardır eleştirdiğimiz ve daha uzun yıllar daha eleştireceğimiz bu toplumun bu gün, sosyal hayat kıyaslamasında bu kadar geri olabilmesinin sebebi budur. Hangisinden başlayalım? Silah, yani bu günkü temsilcisi ile para. Ya da güç.O dönemlerde silah bir güç göstergesi idi. Evet kabul ederim ama bu günkü güç sahiplerinden farkı, o dönemdeki silah sahiplerinin sahip olduğu tek şey değildi silah. Aynı zamanda adalete de sahiplerdi. Örneğin Fatih Sultan Mehmet'in Fatih Cami arsasının bir devşirmenin baba mirası olan arsayı anlaşamama durumu sonucu el koyması hasebi ile yargılanıp kolunun kesilmesine hükmedildiğini biliyor musunuz?

 

Bu gün bırakın bir yöneticiyi, başbakanı, vekili,bir fabrikatörün yargılandığını ve ya yanlışlıkla haksız bulunduğunu duydunuz mu? Ben pek duyamaz oldum. İçimde artık paranın adalet sağladığına yönelik hislerimi destekleyen güçlü dökümanlar bile gelmeye başladı. Amacım elbet adaleti sağlayan değerli hakimlerimizi ve savcılarımızı töhmet altında bırakmak değil. Ama kanunlar çerçevesinde yürütülen işlemler sonucu verilebilen kararlar da insanı isyana teşvik ettirmeyen cinsten değil hani. Trafik kazasında hayatını kaybeden rahmetlilerin, alkollü ve ehliyetsiz hırsız sürücünün avukatlık ücretini ödemeye mahkum edilmesinin dahi karara bağlandığı bir ülkede yaşadığımı öğrenince, bu hayat rüya mı? gerçek mi? diye sormaktayım elbet. Hatta silah mı adaleti getirir? Adalet mi silahı? demem anormal mi sizce? Hakikaten taktir edilecek bir cümle ''kontrolü olmayan güç, olmasın zaten.'' Atın değişen şekli zaten malum. Nasrettin Hoca'nın ''ye kürküm ye '' deki kürkün görevini üstlenmiş vaziyette.

 

Artık eşlerin seçimine dahi modele ve MOTOR gücüne göre karar verilir olmuş vaziyette. Bir zaman bir şehirde bir okulda, veli zannettiğim bayanların o ucube sorusu ile karşılaştığım sorusunun şokunu hala atlatamamışımdır. Okul müdürü arkadaşa ''evladım bu okulda yürüyen 750 var mı?'' diye sormuşlardı. Bu soru da artık ''avrat'' kavramının nerelere geldiğini kanıtlar niteliktedir herhalde. Oysa Osmanlı İmparatorluğu''n da kadının toplum hayatındaki rolü böyle midir? Üstelik medeniyetin kaynağı olarak bu gün gösterilmeye çalışılan Avrupa'da dahi henüz kadın toplumda yerini kuramamış iken. Bütün bu kıyaslamaların sonucunda, emin olun bu ilerlemenin hangi gerilemenin sonucu olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.

 

Şimdi toplumun yapısı, toplumun yapısı analizleri diye bağırırken dikkatimi başka bir şey çekti. Çok uzaklarda değil, 2000’li yılların başında, bulunduğum bir şehirde, çocuk sayısının içine katılmayan kız çocuklarının varlığı aklıma geldi. Üstelik bunu yapan ataerkil aile reislerinin de analarının sözüne çok bağlı olduğu bilinen bir toplumda. O zaman onlar herhalde kendi annelerini erkek zannetmekte idiler. Çünkü ancak böyle bir zihniyet kızını evlattan sayamayacak kadar dışlar. Dışladıktan sonra da evine gidip, erkek annesinin elini öper. Sözüm ona biz Osmanlı dan sonra daha da ilerlememiş miydik? O halde bizim toplumlarımızda neden gün geçtikçe cinsiyet ayrımcılığı ile, kadın cinsiyeti daha geri, erkek cinsiyeti, ki o at ve silaha sahip, ileri gitmekte? Sanki adaletin topuzu kaçmış? Bugün yargılananlar arasında, çevresinde onun hakkında verilen kararı sevmeyen varsa, bir güç odağı ise bu yakın ,kanunu sevmediğini açıkça beyan edip, yeniden yargılama talep edebilirken, kimsesizlerin hakkını kilitler arasından çıkarıp, hiçbir çıkarı olmaksızın,hak sahibine teslim edecek bir tane adalet timsali var sa, işte o kişi çağın Robinson'u kadar değerli bir birey olmaya haktır, ne dersiniz?