EDİRNE MÜZELERİ-1

Antik çağlardan günümüze değin tarih sahnesindeki pek çok medeniyetin ayak izlerini bıraktığı Edirne, Osmanlı'ya neredeyse bir asıra varan bir süre başkentlik yapması nedeniyle de zengin bir kültÃ

KÜLTÜR SANAT 13.07.2015 15:03:00 0
EDİRNE  MÜZELERİ-1

Edirne’nin tüm bu tarihi ve kültür değerlerinin farkında olan Atatürk’ün emriyle Edirne’de başlatılan müzecilik faaliyetleri 1925 yılına rastlar. Müze için seçilen mekan Osmanlı’nın Edirne’deki mimari şahaseri olan Selimiye Külliyesi’nde yer alan Dar-ül Hadis Medresesi’dir. Müze ilk kurulduğu yıllarda bir arkeoloji müzesi olarak düşünülse de, Edirne’nin zengin kültür dokusuna ait eserlerin çokluğu müzede bir de etnoğrafya bölümünü gerekli kılmıştır. Bu maksatla dönemin Trakya Umum Müfettişi Kazım Dirik Paşa öncülüğünde ve dönemin sivil toplum girişimcilerinden olan “Edirne ve Yöresi Eski Eserleri Sevenler Kurumu” girişimleriyle külliyenin Dar-üs Sıbyan Medresesi onarılır.

 

BAZI ESERLER ANKARA VE İSTANBUL’DAKİ MÜZELERDE SERGİLENİYOR

 

Müzenin envanterindeki eserlerden bazıları Ankara ve İstanbul gibi farklı illerin müzelerinden getirilmiştir. Müzeye ait bu bölümün açılması ise Edirne’nin kurtuluşunun 13. yılını taçlandırdığı 25 Kasım 1936 senesine rastlayacaktır.Eserlerin günden güne envantere eklenmesi ile yetersiz kalan müze için bir dönem Selimiye Külliyesi’nde bulunan Dar-ül Kurra Medresesi onarılarak ev sahipliği yapmıştır.II. Dünya Harbi’nin patlak vermesi ile başta sınır illeri boşaltılırken bundan en çok Edirne nasibini alacak; birçok kamu kuruluşu İstanbul ve ötesine taşınırken Edirne Müzesi de bundan nasibini alacaktır. Bu dönemde müze envanterinde bulunan eserlerin çoğu Anadolu müzelerine verilecek, kalan eserler ise Dar-ül Hadis Medresesi’nde görücüye çıkacaktır.

 

TRAKYA’DA İLK ARKOLOJİK KAZILAR ATATÜRK’ÜN EMRİYLE 1930 YILINDA BAŞLATILDI

 

Trakya’da arkeolojik kazılar ve kurtarma çalışmalarına ait ilk çalışmalar yine Atatürk’ün emirleriyle 1930’lu yılların ortalarında başlatılacak, bu zamandan sonra süregelen çalışmalar müzelere çok sayıda eser kazandıracaktır. Trakya’nın çeşitli ören yerlerinden elde edilmeye başlanan buluntuları modern bir binada yeni bir sergileme anlayışı ile ziyaretçilere sunmak elzem olacaktır.Bu maksatla 5 yıllık çalışmaların ertesinde, tarih 13 Haziran 1971’i gösterirken “Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi” hizmete girecek, müze günümüze değin hizmet vermeye devam edecektir. Bu arada Edirne’ye kazandırılan bu modern müzenin mimarının ismini de burada anmış olalım. Bu Mimar ;Yüksek Mimar İhsan Kıygı’dır.Selimiye Camii avlusunda yer alan Dar-ül Hadis Medresesi’ndeki müze ise “Türk İslam Eserleri Müzesi” olarak işlev görmeye başlayacaktır.Klasik müzecilik anlayışına hitap eden Edirne’nin bu iki müzesinin yanı sıra, işlevi itibariyle özelleşmiş başka müzelere de raslıyoruz Edirne’de. Bunların en bilineni şüphesiz “Sultan II. Bayezid Külliyesi Sağlık Müzesi” dir. Osmanlı mimarisinin Edirne’nin başkent olduğu ihtişamlı günlerinden günümüze değin ulaşan külliyenin Dar-ül Şifa bölümü 1997 yılında müzeye dönüştürülmüş; müze 2004 yılında Avrupa’nın en prestijli müzecilik ödülüne hak kazanmıştır.“Lozan Anıtı ve Müzesi” ile “Şükrü Paşa Anıtı ve Müzesi” ise Edirne’nin belleğine kazınan iki önemli tarihi olayın hatırasını canlı tutmak üzere düzenlenmiş daha küçük çaplı müzecilik girişimlerinden sayılabilirler.

 

EDİRNE ARKEOLOJİ VE ETNOĞRAFYA MÜZESİ

 

Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi iki seksiyon ve bahçe sergilemelerinden oluşan ilave bir bölüme sahiptir. Daha önce kullanılan müze binalarının yetersiz kalması üzerine yapımına 1969 yılında başlanmış ve 13 Haziran 1971 yılında hizmete açılmıştır. Müze Selimiye Camii avlusunun doğu kapısının 50 metre uzağında, Osmanlı dönemi mezar taşlarının sergilendiği alanın hemen yanında yer almaktadır.

 

ARKEOLOJİ SEKSİYONU

 

Bu bölümde sergilenen ve tarih evreleri içerisinde “Miyosen Dönem” ve “Paleontolojik Dönem” olarak adlandırılan zamanlara ait hayvan, deniz canlıları ve bitki fosillerine ait örnekler Arkeoloji Seksiyonu’nun başlangıç bölümünde yer almaktadır. Tüm bu buluntular Edirne civarındaki araştırmalar sonucu elde edilmiştir. Arkeolojik buluntuların pek çoğu Enez bölgesindeki kazı alanlarından elde edilenlerdir. Enez Hocaçeşme-Çakıllık Höyüğü buluntuları orta neolitik ve ilk kalkolitik dönemlere ait taş, kemik ve pişmiş toprak buluntularıyla bu bölgeden elde edilen en eski örnekleri verirken; bronz Hyria, bronz Nike heykelciği, sakallı Serapis büstü, Roma ve Bizans dönemi keramik örnekleri ile sandalını bağlayan bir atlet ile Pan ve Namha kabartmalı ait mezar stelleri Enez kazılarının önemli buluntuları arasında yer alır.

 

TRAKYA’DA ELDE EDİLEN BULUNTULAR EDİRNE ARKOLOJİ MÜZESİNDE SERGİLENMEKTEDİR

 

Trakya’nın başta Kırklareli Taşlıcabayır ve Tilkiburnu tümülüslerinden elde edilen buluntular olmak üzere ören yerlerinden elde edilen buluntular arasında kadın takıları, koku şişeleri, keramik parçaları, yağ ve şarap muhafazasında kullanılan amhora örnekleri, tunç mezar eşyaları olarak karşımıza çıkar.Sınır kapılarından yurtdışına kaçırılmak üzereyken yakalanan Anadolu’daki ören yerlerine ait buluntular da müzede teşhir edilmektedir. Makedonya Kulesi kazılarından kurtarılmış buluntular ile, Trakya-Helenistik sikke örnekleri ile, Roma,Bizans ve Osmanlı sikke örnekleri de arkeoloji bölümünün değerli parçaları arasında sayılabilir.

 

Müzenin bahçe uygulamasını da arkeoloji seksiyonu içerisinde değerlendirmek mümkündür. Bu bölümün en göze çarpan örnekleri; 5 kişilik, her yüzeyinde mitolojik betimlemeler olan Roma Dönemi’ne ait ( M.S. 3 yy ) mermer aile lahdi ile Kırklareli Vize’den buraya getirilmiş Eros kabartmalı sunak ( M.S.2 yy. ), Helenistik dönemden, Roma ve Bizans’a uzanan bir yelpazede karşımıza çıkan sütunlar, steller, heykel uygulamaları vs.dir.

 

 Trakya’ya adını bırakmış Trak kabilelerinin ölü gömme geleneğinin anıtsal yapılarından olan dolmen ve menhir örnekleri ile Trak evi canlandırması bahçede görülebilir. Müze binası ile Selimiye Camii’nin doğu avlusu duvarları arasında bulunan açıklıkta Osmanlı dönemine ait yeniçeri mezar taşı başlıkları türünün en iyi korunmuş örnekleridir. Zira Osmanlı’da 2. Mahmut’un yeniçeri ocağını kapatmasından sonra yeniçerilere ait tüm ziler silinmeye çalışılmış, bundan İstanbul’daki kabristanlar en büyük zararı görmüştür. İstanbul’a daha uzakta olan Edirne’deki mezarlıklar ise nisbeten bu kıyımdan kurtulmayı başarabilmiş.

 

Hazırlayan/Seyit SÜREN