Gözden kaçırmayın
Tekirdağ, yeni yılı konserlerle karşılayacak1940 yılının tanınmış şairlerinden biri olan ancak Kırklarelili olduğu bek bilen yok gibi bilenlerin sayısı da çok az. Edirneliler Edirneli ve Bursalılarda Bursalı olduğunu bilmektedir. Ancak Bu ünlü Şairin doğup büyüdüğü kent Kırklareli dir. İşte bu yazı dizisi bu yönde de tarihe bir ışık tutacaktır. Niyazi Akıncıoğlu, Kırklareli’nin Kurudere Köyü’nde doğdu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Kırklareli’nde serbest avukatlık yaptı. 1 Şubat 1979 yılında da Ankara SSK Dışkapı Hastanesi'nde vefat etti.
İLK ŞİİRLERİNİ ‘HAYKIRIŞLAR ADLI KİTAPTA TOPLADI
Niyazi Akıncıoğlu,1940 döneminin tanınmış şairlerindendir. İlk şiirlerini "Haykırışlar" adlı kitapta topladı. Daha sonra dönemin önemli dergilerinde şiirleri görünmeye başladı. 1950 “yılında Kırklareli'nde "komünistlik" suçlamasıyla yargılandı, mahkeme süresince iki yıl tutuklu kaldı, sonra beraat etti. Cezaevinden çıktıktan sonra mütevazı bir yaşama yöneldi. Ancak 1970'lerde yayınladığı şiir çalışmaları ile yeniden adından söz ettirdi. Şiirleri ölümünden sonra Umut Şiirler adıyla 1985 yılında kitaplaştırıldı.
NİYAZİ AKINCIOĞLU İLK TOPLUMCU ŞAİRDİR
Niyazi Akıncıoğlu, şiirlerinde divan ve halk şiiri motiflerinden ustaca yaralanmasını bildi. Halk şiirinin söyleyiş özelliklerini ve sesini başarılı bir şekilde kullandı. Asım Bezirci onun için, "Akıncıoğlu -Nazım Hikmet 'ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir" demiştir. Şair, karamsarlığa yer vermeyen, gelecekten gelecek nesillere umutlu şiirler bırakmıştır.
Sesini Trakya’nın semalarında dolaştıran bir şair olan Muharrem Niyazi Akıncıoğlu. Kırklareli’ den yetişen Akıncıoğlu’nu ne yazık ki çok az Kırklarelili tanıyor bugün. Edirne’ye yazılmış en büyük methiyedir Edirne isimli şiiri. Bu şiirde bahsi geçen, o “üç belik sular” gibi akıp insanı etkisi altına alan benzersiz Edirne benimsemesinden dolayı onun Edirneli olduğunu düşünenler ve olduğunu düşünenlerin sayısı ile, Bursa’da okuduğu üç yılı onulmaz bir vefaya bulanmış karasevdayla anlattığı Bursa şiirinden dolayı da onu Bursalı sananların sayısı, şairin Kırklarelili olduğunu bilip sahiplenenlerden kat kat fazladır. Ne yazık ki şairin kalemini oynatmayı bırakması da büyük ihtimalle unutulmuşluktan kaynaklandığıdır.
Trakya’mızın değerli şairi olan Niyazi Akıncıoğlu’nun sırrını dışarıya vermeyen hayatından bazı kesitlere bu sayımızda sayfalarımızda yer veriyoruz.
M.Niyazi Akıncıoğlu’nun hayat hikayesi 1919 yılında Kırklareli’nin Pınarhisar ilçesine bağlı Kurudere köyünde başlar. Yani bu köyde doğmuştur. Orta öğrenimini Edirne ve Bursa'da yapmıştır. Hatta hikayesi çok enteresandır. Edirne Lisesi’nde okuduğu yıllarda, Edirne’nin salaş köfteci dükkanlarından birinde şarap içerken okul müdürüne yakalanır. Tasdiknamesi verilen Niyazi Akıncıoğlu, Bursa Lisesi’ne sürüldü. Bu anekdotu “Sorgun postası” isimli internet sitesindeki sayfasında anlatan Kırklareli Milletvekililerinden İsmet Solak, “İyi ki de sürülmüş” diyor yazısında. “ Yoksa Bursa gibi bir destanı nasıl yazardı? “
İşte o yıllardan gönül gözünün çektiği fotoğraflar, “Edirne” ve “Bursa” isimli şiirlerinde bu şehirleri taçlandırmıştır. Şair Akıncıoğlu, daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir. Onun 1940’ lı yılların en önemli şairlerinden olduğunu da söylemek gerek. Asım Bezirci’ nin bir tespiti ise onun ne denli etkileyici bir şair olduğunu belirtmesidir. Bezirci,“Niyazi Akıncıoğlu - Nazım Hikmet’ten sonra, ama Enver Gökçe ve Ahmed Arif’ten önce- halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir.”demiş. Ahmed Arif 1940 kuşağından, tek yayınlanmış kitabı bulunmasına rağmen en bilinen ve etkisini günümüze taşıyan şairdir. Oysa, edebiyat dünyasında dile getirilmekten çekinilen tabulardan birisinin Ahmed Arif’in, Akıncıoğlu’ndan birçok yönden etkilendiği, hatta onun teknik, söz söyleyiş, şiirin ruhuna dair yönlerini de kendi şiirine eksen edinmiş ve onun üzerinden geliştirmiş olduğu üzerinedir. Onun çok bilinen şiirlerinden bazı dizelerdeki “esinlenmeler” ise çok şaşırtıcıdır.
Ne yazık ki Niyazi Akıncıoğlu, bu kuşağın belki de en önemli şairlerinden olmak için yeni üretimlerini bir süre askıya almak zorunda kalmış ve 1953 yılında Kepirtepe Köy Enstitüsü'nden bir grup kişi ile birlikte, kendisine atfedilen “gizli cemiyet kurmak” suçuyla yargılanır. Oysa Nizyazi Akıncıoğlu ve arkadaşları “Köyleri Kalkındırma Derneği” yararına bir faaliyet içindedirler. Gizli bir cemiyet kurma gibi hiçbir girişimleri olmamıştır. Ama yüreğinden damıtarak kaleminde vücut bulan, boynuna pranga gibi asılmış “şairliği” o dönem şartları için onun da her ne sebepten olursa olsun suçlu görülmesine yetecektir. Bu yargılamalar ve Kırklareli hapishanesindeki mahpusluk dönemi, aklanıncaya kadar neredeyse 2 koca yıla yakın bir süreyi bulur. Çoluk çocuk aç, perişan, işin ötesinde aile babasızdır o koskoca 20 aylık mahpusluk boyunca. Uğradığı bu haksızlık, onda içe dönük bir hayata yönelmeyi getirmiş ve bu arada çok sevdiği şiir yazmayı kalemine küsen şair olmuştur. Kaldığı yerden devam edemez miydi, onu bilemiyoruz maalesef. O yıllara dair hiçbir sırrını vermiyor ünlü şair Niyazi Akıncıoğlu. Tek bilinen kendi isteğiyle bu münzevi hayata yöneldiğidir.
İşte onun boş bıraktığı alan Harold BLOOM’ un ifadesiyle “Bir şairin başka bir şairin doğuşuna sebep olması” sonucunu doğuracaktır.
Muharrem Niyazi Akıncıoğlu ile Ahmed Arif şiirde yakaladıkları teknik, dil ve hava kadar, hayatlarında karşılaştıklarıyla da sanki paralel hayatlar sürerler. İkisi de bir dönem şiirlerinde dile getirdikleri “hürriyet”i bu sebeple içe işleyen bambaşka bir söyleyişle aktardıkları şiirlerine ilham olan “mahpusluk” hayatı yaşarlar. Bu mahpusluk ikisinde de derin tahribatlara sebep olur ki, ikisi de tek kitap çıkartıp, bir süre sonra inzivaya çekilirler. Ahmed Arif’in 1944-55 yılları arası çeşitli dergilerde yayımlanan şiirleri toplanıp 1968 yılında “Hasretinden Prangalar Eskittim” isimli kitaba dönüşecektir. M.Niyazi Akıncıoğlu ise yaşarken “Haykırışlar” ( 1938 ) isimli kitabını görebilecektir. 1938 ile ölüm yılı olan 1979 yılına kadar çeşitli dergilerde yayımladıklarını ise kitap olarak göremeyecek, “Umut Şiirleri” isimli kitap 1985 yılı tarihini taşıyacaktır. Bu kitap şairin döneminin önemli yayınlarından olan Gün, İnsan, Pınar, Yeni Ses, Yeni Edebiyat, Yürüyüş gibi dergilerde yayımlanmıştır.
Ayrıca iki şairde hayata baktıkları pencere olan aynı ideolojik çizgide eserler vermekte, birisi yurdun batısından, Trakya’ dan seslenirken, diğeriyse doğusundan sözcüklerini uçurmaktadır. 1970’li yıllara gelindiğinde yeniden şiirlerini yukarıda adı geçen bazı dergilerde, bazen dostlarının ısrarlarıyla yayınlar Akıncıoğlu, ama artık çok hatırlanmamakta, 1940’larda kendisinden sonraki önemli şairleri etkilemiş şiir dilini yakalayamamaktadır. Eski şiirlerinin etkiyi yeniden bulmak için çok da üretim yapmaz. Bu umursamazlık ve kabulleniş onun silkelenmesine engel olmuş ve kendini bir türlü yeni ses getirecek eserlere yer verememesi olmuştur. İkinci kitabı ölümünden sonra Umut Şiirleri Hacan yayınları tarafından 1985 ismiyle basılmıştır. Niyazi Akıncıoğlu,hayatını, her şeye küsmesini aslında bilerek ya da farkında olmadan “Hürriyet Kasidesi” şiirinin ilk dizelerinde başkalarına “ümit” dağıtarak anlatmıştır.
“Söylesem söz olur / söylemesem dert.“
O dert ettikleriyle yaşamayı seçecektir. Maphusluktan sonraki hayatını Kırklareli’de Hükümet Meydanı’na bakan bürosunda avukatlık yaparak geçirmeyi tercih eder ancak yaşı da ilerlemiştir. Hastalanır ve oğlunun da aynı hastanede görevli olması nedeniyle olsa gerek ( Dr. Tevfik Altan Akıncıoğlu) Ankara Dışkapı SSK Hastanesi’ne yatar. Şairin üç çocuğundan en büyüğü olan Tevfik Altan aynı zamanda Sağlık Bakanlığı eski müsteşarlarındandır.
Niyazi Akıncıoğlu’ nun 1 Şubat 1979’ da sessiz sedasız hayata vedasını, kalemin güçlü ustaları olan birçok dostu bile bu tarihten çok sonra öğrenmişlerdir.
Vefa en çok ipek kumaşa benzer. Ne yapsan ütü tutmaz!
İşte bu veda da öylesi bir veda olur. Akıncıoğlu’nun vefatı, “Yiğit toprağına düşer” derler, Muharrem Niyazi Akıncıoğlu’ da şiirlerinde bizi ruh iklimlerinde gezdirdiği Trakya’ ya, kendi ili olan Kırklareli’ ne gömülür.
Akıncıoğlu’nu iç sesimizle bir de şiirlerinden dinleyelim!
AJANS
Radyoda bir hüzzam şarkı var
dışarda sümbül havası,
“halbuki şimdi uzak ufuklara kar yağıyor.”
Daha evvel ajans dinledik,
zincirlerini şakırdatarak geçti esaret
alev raylar üzerinden demir arabalarla.
Toprak gebeydi,
toprak çocuklar: Dostlar,
kiminde orak, kiminde balta
-buğday kokan avuçları kan içinde-
emeklerini yığın yığın, başak başak
harman yerinde bırakarak
döğüştüler en ön safta.
Döğüştüler ve öldüler.
Sonra hürriyet
-yaralı ceylânlar gibi-
ve sulh
-anam sütü kadar helâl-
yüzünde ne bir kin, ne bir infial düştü yollara.
Yollar uzun, menzil ırak
ayakları kanıyor, yalınayak!
Bir şarkıdır bu
sulh ve hürriyet dediğin
ağız dolusu söylenir ufuklara karşı.
Bir şarkıdır bu
kalû belâdan beri söylenir
kurtlar dilinde, kuşlar dilinde.
Ben, onunla büyüdüm
onunla yürüdüm
onun için büyüttüm bu boyu
onun için ölebilirim.
Demir bu şarkıyla dövülür
Bu şarkıyla yürür gemiler
ve bir temmuz öğlesinde
mola verdiği zaman orakçılar
bu şarkıyla ayran içer.
Bu şarkıyla geçer
semasından insanların
boşaltıp rahmetini kümülüs bulutları.
Dostlar,
dostların dostları;
bu bâbda ne söylesek az.
Bir şarkıdır bu
kan ve ölümle yazılmış kalplerimize,
unutulmaz!
Hazırlayan/Seyit SÜREN
Yorumlar
Yorum Yap