Adaletsizliğe Uğrayanın Alt Edemeyeceği Güç Yoktur

Genç yazar ve editör Pınar Fidan Işık ilk romanı Toprak ve Kefaret'te Ortadoğu'da bir sınır şehrinde, "Herşeyi" olan torununu kaybeden, adaletsizliğe maruz kalan Bekir'in hikâyesini a

KÜLTÜR SANAT 29.06.2017 09:36:00 0
 Adaletsizliğe Uğrayanın Alt Edemeyeceği Güç Yoktur

Memleketimizde yazarlık, zor zanaat. Okuma alışkanlığının dünya ortalamasının çok ama çok altında olduğu, toplumun kitaplar yerine dizileri tercih ettiği hatta dizileri izlemediği adeta içinde yaşadığı bir dönemde kitap çıkartmaya yeltenmek, cesaret işi. Şayet tanınmış bir yazar değilseniz, ilk defa kitap yazıyorsanız iş yazmak ile de bitmiyor.

YEDİ SENELİK BİR SÜREÇ

Pınar Fidan Işık tüm bu zorlukları göze alıp 2010 yılında tasarladığı kitabını 2013’te kaleme almaya başladı. Kitabı tamamlaması 2015’i, yayınlaması ile 2017’yi buldu. Hatta ilk kitabı henüz yayınlamadan ikincisini dahi tamamladı. Pınar Fidan Işık iki farklı sonla biten kitaplarından ilkini, Toprak ve Kefaret adı altında bir süre önce Kavim Yayınları’ndan yayınladı.

İLETİŞİMCİ YAZAR

Pınar Fidan Işık,Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunu. Üniversite yıllarından itibaren basın sektöründe çalışmaya başlayan Işık, çeşitli dergi veyerel gazetelerin farklı departmanlarında görev aldı. Editör olarak mesleğine devam eden genç yazar ile bir araya gelerek “Toprak ve Kefaret” adlı kitabını konuştuk. Kitabın konusu kısaca şöyle:

BİR GÜNAHA KARŞILIK BİR KEFARET

Ortadoğu’da bir sınır bölgesinde yaşayan ve sekiz yaşındaki torunu Hasan’dan başka kimsesi olmayan Bekir’in mahallesine bir gün yerleşimci bir aile gönderilir. Mahalleye durmadan zarar veren aileye karşılık Bekir sessizliğini bozmaz. Zira Allah’ın Hasan’ı koruması gerektiğine inanarak Allah ile bir anlaşma yapmıştır. Fakat bir gün ailenin 13 yaşındaki oğlu Miron, Hasan’ı öldürür ve anlaşma bozulur. Bekir, Miron’u kaçırıp aylarca esir tutar ama bir türlü öldüremez. Bu yüzden ona iki tercih sunar: Ya ruhunu ve duygularını kaybederek önce ailesini sonra Bekir’i öldürecek; ya da Hasan’ın yarım kalan hayatını yaşayacaktır. Onun yatağında uyuyarak, onun kıyafetlerini giyinerek ve onun resimlerini çizerek işlediği günahın kefaretini ödeyecektir.”

Haksızlığı En Ağır Şekilde Yaşayan İnsanlar,

En Tehlikeli Ölüm Biçimlerini Oluşturabilir

Ona bu kitabı yazdıran esas nedenin, “Güç dengeleri ve insanoğlunun bağışlama sınırları”olduğunu söylüyor Işık. İki unsur arasındaki bağlantıyı ise şu şekilde açıklıyor: “Romanda iki esas karakter var. Torunu Hasan’ı kaybeden Bekir ve Hasan’ı öldüren Miron. Bekir, son yakınını kaybettikten sonra bir hukuk arayışına giriyor. Hasan’ın ölümünü tüm dünyaya duyurup bu cinayeti işleyen Miron ve ailesinin yargılanmasını istiyor ancakyaşadığı bölgede kazanmak, güçlü olanın zimmetine sunulan bir lütuf. Bekir’in irtibata geçtiği bütün kurumlar ve kişiler bu aile tarafından pasifize ediliyor.Sonuç olarak mahallesindeki insanlar susmasını ve tevekkül etmesini; suçlu olan aile ise bir köşede sessiz sedasız ölmesini istiyor. Ancak iki tarafında hesaplayamadığı bir şey var. Esas güç, bir ordunun depolarını dolduran silahlar, sınır karakolları ve ileri teknolojik imkânlar değildir. Dengeleri değiştirecek esas güç, Bekir ve Bekir gibi çaresiz, güçsüz ve haksızlığa uğramış insanlardır. Zira kaybedecek bir şeyleri yoktur. Nitekimhaksızlığı en ağır şekilde yaşayan insanlar, en tehlikeli ölüm biçimlerini oluşturabiliyor. Yani dünyada neye sahip olursanız olun, ne kadar güçlü olursanız olun; haksızlığa uğrattığınız biri, günün birinde bütün güç mekanizmalarınızı alt üst edebilir.”

“İnsan Ancak Ruhuna İşleyen Bir

Azabın Sorumlularını Affedemez”

Genç yazarı dinlemeye devam ediyoruz: “Affetmenin sınırlarını ve bağışlamanın yüceliğini düşünürken bir insanın, neyi affedemeyeceğini irdelemeye başlamıştım. İnsan, ancak ruhuna işleyen bir azabın sorumlularını affedemez. Kalıcı ve asla geçmeyecek bir azap… Bu noktada affetmeye dair her şey, yerle yeksan olur. Bu düşünce, bir süre sonra fikre ve ardından öyküye dönüştü. Ancak bu kadar ağır ve derin bir konu, öyküye sığmayacak kadar genişti. Ben de bir roman yazmaya karar verdim. Bu romana iki son yazdım. Bu sebeple “Toprak ve Kefaret” 1 ve 2 şeklinde çıkacak. Birinci roman, Bekir’in intikam alması ile sonlanıyor. İkinci romanda Bekir Miron’u kaçırıyor ama onu bir canavara dönüştüremiyor. Ona yaşama şansı veriyor ama karışlığında işlediği günahın kefaretini ödemesinin istiyor. Hasan’ın yarım kalan hayatını yaşayarak hem günahının bedelini ödeyecek hem de Bekir’in hayata tutunması için bir neden olacaktır. “

ORTADOĞU HALKLARININ SARILACAĞI İKİ CAN SİMİDİ

Mücadele ve Özgürlük

Yazar Pınar Fidan Işık kitabına konu olan ülkeye dair bir isim kullanmazken, “Ortadoğu’da bir ülkenin sınırı” diye tanımlamak ile yetinmiş. Türkiye ve Ortadoğu olarak zor zamanlardan geçtiğimizi hatırlatıp bugünkü durumu değerlendirmesini istediğimiz Işık soruyu önce kitabın ortasından, kitabından seçtiği bir paragrafla yanıtladı:

YAŞAM DENKLEMİ KADER

KAVRAMININ ÜSTÜNDEDİR

“İnsanlara çaresizliği empoze eden ‘Kader’ kavramına karşı her daim, ‘Bir yaşam denklemi’ vardır ve yaşam denklemi, esas ilkesi ‘asla değişmez’ olan ‘kader’ kavramının çok üstündedir. Kader, sonu ateş kazanına giden bir yol olabilir ancak o kazanda içinde öleceğini bilen insanların aynı yolu kazması ve tüneller oluşturması, hayatlarını değiştirecek bir yaşam denklemidir. Ön görülebilir, hesaplanabilir ve kurtuluşa giden yollar oluşturulabilir.”

ORTADOĞU ARTIK

ATEŞTEN BİR DENİZDİR

Ardından şöyle devam etti: “İşte bizler de kader diye öğretilen ve bizi pasifize eden bu kavrama karşı durabilir; birlik ve beraberlik içinde sonumuzu ateş kazanına götürenlere karşı durabiliriz. Nitekim kader ve çaresizlik kavramlarını yerle yeksan edebilen çok daha etkili ve değerli iki kelime vardır: Mücadele ve özgürlük. Keza bir cehenneme benzetilen Ortadoğu, artık ateşten bir denizdir. Bu iki kelime de Ortadoğu halklarının sarılacağı iki can simididir."

IŞIK’A 13 YAŞINDA, “KATİL OLAN” MİRON’U SORDUK

Merhametsiz Yetiştirilen Her

Çocuk Büyük Suçlar İşleyebilir

Hep haksızlığa uğrayan karakteri dinledik. Bir de haksızlığı uygulayan 13 yaşındaki çocuğu ve onun nasıl böyle bir karaktere dönüştüğünü öğrenmek istedik: “13 yaşındaki Miron, sıradan bir çocuk değildir. Öncelikle çok zeki ve çok başarılıdır ancak ailesi tarafından farklı şekilde yetiştirilir. Bilinçli ve sistematik bir şekilde düşman olarak gördüğü insanlara akla hayale gelmeyecek kötülükler yapar. Bir süre sonra ailesinin bile hükmedip durduramayacağı birine dönüşür. Ona bu kötülükleri yaptıran bir diğer neden de bir kalp taşımasına rağmen hiçbir şey hissetmemesini fark etmesidir. Kendi ülkesinde ve yakınlarının yanında sessiz, saygılı, disiplinli ve olgun davranır ancak sınır mahallesinde etten ve kemikten oluşan bir canavara döner. Bu sadece kitaba mahsus bir karakter değildir. Zira merhametten ve vicdandan uzak tutulan her çocuk, günü geldiğinde büyük günahlar işleyecek potansiyele sahip olacaktır.”

Röportaj: Ayşenur AYDIN